Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Sırada Hangi Ülke Var

0 14.296

Halil DAĞ

Her şey Tunus’ta limon satan üniversite mezunu bir gencin kendisini yakarak tarihin tekerleğine çomak sokmasıyla başladı. Ondan sonrası hepimizin allame-i cihan kesildiği domino meselesi… Artık hepimiz meraktayız, soruyoruz; “Sırada hangi ülke var?” diye.

Tunus, Mısır, Libya Tamam… Ya Sıradaki?

Sırada hangi ülkenin olduğunu kestirmek çok da kolay değil. Bir yandan Libya, Yemen, Irak gibi ülkelerde karışıklıklar devam ederken bir yerlerde yeni bir isyanın pusuda beklediği muhakkak. Pusudadır, çünkü kalabalık gündemler içinde yapılacak eylemler yeterli dünya kamuoyu desteği bulamayacağı için bu tip işler ortalık durulunca yapılır ki bütün dikkatler oraya çevrilsin. Anlayacağımız kendini hazırlayan daha birçok yer var gibi görünüyor.

İsyanların Coğrafi Bütünlüğü

İhtimallerin başında arada bir hafif sarsıntılar geçiren İran gelmektedir. Onu bundan iki ay kadar önce ortadan ikiye bölünen Sudan, şu an için sakin görünen Fas, Moritanya, Çad, Nijerya gibi ülkeler izlemektedir.

Bu ülkelerin hemen hepsi tek bir coğrafi bütünlüğün parçası olduğu için sırada kimin olduğu sadece basit bir teferruattır. Bu yüzden sırayı doğru tahmin etmekle enerjimizi harcayacağımıza asıl hedefin ne ve neresi olduğuna, asıl bombanın nerde patlayacağına odaklanmamız gerekir.

Mücadelenin Teorik Arka Planı

Malum, ABD, daha Sovyetlerin hemen akabinde Avrasya’da doğan güç boşluğunu doldurmayı hedefleyen bir misyonu üstlendiğini ortaya koyarak Yeni Dünya Düzeni diye bir kavram ortaya attı. Her ne kadar Baba Bush ve Clinton bunu gerçekleştiremedilerse de bu yolda önemli girişimlerde bulundular.

ABD, Mackinder’in izinden giderek dünyanın kontrolünü ele geçirmeyi geçmişten beri istese de Rusya’nın kendi hayat sahası saydığı hedef bölgeyle ABD arasına Demirperde’yi örmesi, bu hayali suya düşürmüştür. Rusların varlığının bu konudaki temel teoriyi geçersiz kılması, ABD’nin ikinci en iyi teoriye sarılarak hedef bölgeyi kuşatmasına neden olmuştur.

Truman Doktrini, İsrail’in kurulması, NATO, CENTO, SEATO gibi örgütler ve Kore Savaşı bu teorinin uygulamadaki aşamalarıdır. Buna 1953’te Musaddık’ın devrilerek ABD hegemonyasının İran’a ihraç edilmesini de ekleyebiliriz. Sonuç olarak bütün bu çabalar Rusya’nın açık denizlere ve Boğazlara ulaşmasını önlerken Rusya, mümkün olduğunca kendi kara sınırları içerisine hapsedilmiştir.

Çin’le Gelen Yeni Güç Dengesi

1980’lere kadar süregelen bu mücadele Rusya-ABD rekabeti şeklindeyken efsanevi lider Deng Şiaoping’in pazar sosyalizmini oluşturarak üretken ve dinamik bir Çin yaratması bu yıllardan itibaren mücadelenin rengi değişmiştir.

Deng’in ipleri ele almasından bu yana kesintisiz bir şekilde yılda ortalama % 9-10 civarında büyüme kaydeden Çin, 2011’in hemen başında beklentileri haklı çıkardı ve Japonya’yı geride bırakarak milli gelir sıralamasında dünya ikinciliği tahtına oturdu. Mevcut üretim dinamizmi artık bu koltuğun da kısa zaman sonra Çinlilere yeterli olmayacağını göstermektedir.

Böyle bir tehdidi ABD’nin görmezden gelmesi düşünülemez. ABD; Hindistan, Tibet, Uygur Özerk Bölgesi gibi konularda Çin’i zaten sürekli el altından rahatsız etmektedir. Hatta yıllardır koyduğu blokajı kaldırarak 1 Ekim 2008’de Hindistan’ı ABD Senatosu eliyle resmen bir nükleer güç olarak ilan etti. ABD, bölgede güçlü bir müttefikin varlığını önemsiyor ve İsrail’i de Hindistan’la ilişkiler konusunda teşvik ediyor.

11 Eylül ile dünyanın nerdeyse tamamını terörist ve şeytan ilan etme lüksüne kavuşan ABD’nin iki yere odaklandığı görüldü. Bunlardan birincisi Afganistan oldu. O zamanki lehine olan psikolojiyi hemen nakite çevirmek isteyen ABD, hiç beklemeksizin Afganistan’a girerek Çin’e kara komşusu olmaya çalıştı. Bir yandan sınır komşusu olmaya çalışırken diğer yandan klasik heartlandın en önemli ülkeleri olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile askeri anlaşmalar imzalayıp buralara asker ve çeşitli tür ve boyutlarda silahlar konuşlandırdı.

Bu adımın ikinci ayağı ise Irak’ta yarım kalan hesabın görülmesiydi. Ancak ABD,  her iki hesapta da istediğini alamadı. 1999’da moratoryum ilan eden Rusya, modern çar Putin sayesinde hızla eski gücünden daha dinamik bir güce kavuşurken Çin de dünyanın atölyesi sıfatıyla ekonomisini büyüttü. Diğer yandan Çin, askeri gücünü de soft powerin ötesine taşıma potansiyeline ulaştı. Özellikle hurda olarak satın aldığı Varyag gemisini nükleer bir denizaltıya dönüştürmesi Çin’e denizlerde de var olma imkanı kazandırmıştır.

Yeni Teori ve Çin’in Durdurulması

Çin’in tarih sahnesine bu şekilde dönüşü ve Rusya’nın tekrar ayaklarının üstüne kalkması birkaç farklı hakimiyet teorisinin eklektik bir bileşimi diyebileceğimiz Büyük Ortadoğu Projesi’ni gündeme getirmiştir. Aslında çekirdeği iç hilal olarak tanımlanan bu bölgenin Müslüman kesimini içine alan bu proje ile Türkiye’nin öncülüğünde ve İsrail’in vurucu gücüne sırtını vermiş bir kontrol mekanizması yaratılmak istenmektedir. Bu proje ile tıpkı Sovyetlerin 1946’larda ördüğü demir perdeye benzer bir demir perdeyi ABD, Rusları güneyden kuşatmak için oluşturmaya çalışmaktadır. Projenin maddi getirisi güvene kavuşmuş Ortadoğu ve Hazar Petrolleri, siyasi, ideolojik ve jeopolitik getirisi ise kuşatılan Rusya yanında enerji kaynaklarına ulaşımı engellenen ve kısmen karadan kuşatılmış bir Çin olacaktır. Çin ile doğrudan ilgi kurmak elbette ki şu an için çok zor görünüyor.

ABD, birçoğu 1960’larda İngiltere’nin çekilirken kurduğu batı kökenli despotların kaybolan meşruiyetinden hareketle buraya yeni bir çehre veriyor. Bu ülkelerin hemen hepsi 50 yıldır batı ajanı diktatörlerce halkının kanını döktü. Bu düzene karşı gelen Muhammed Farrah Aidid, Hasan El Turabi gibi sırtını halka vermiş liderler söz konusu olmuşsa da onların da kafaları koparılmıştır. Çevik Bir’in komutasındaki Somali Operasyonu bizzat bu işleri organize etmek içindir.

İsyanlarla Verilen Mesajlar

Bu yangınlar kuşkusuz ki birbirine zincirleme bağlı, oradan da ABD’ye kontrollü demokratik kanallardan bağlı, uyumlu, uysal biraz da ılımlı rejimler ortaya çıkaracaktır. Despot diktatörlerin yerine demokrat mandaterler gelecektir hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü bu ülkelerin hiç birisinde ideolojik hiziplerin dışında sosyo-ekonomik temeli olan bir kitlesel bilinç ve organizasyon yok. Olan ideolojik yapılar da dış kontrole tabidir. Bu da demokrasi kelimesinin henüz bu ülkeler için çok sakil durduğuna delalet etmektedir. Hele ki son birkaç yılda milyonlarca masumu katleden ABD’nin eliyle bir demokrasinin gelmesini beklemek düşünen insanlar için abesle iştigaldir.

Sonuç olarak ABD, bölgede içeriği demokrasi gibi cilalı kavramlarla doldurulmuş isyanlarla bir oyuncu değişikliği yapmaktadır. Oyun devam ediyor. Bu oyuncu değişikliği, asıl hedefteki ülkelere karşı oluşturulacak retoriğin oluşturulmasında da önemli bir alt yapı teşkil edecektir.

Şöyle ki; demokrasi talebiyle bu baskıcı yönetimlerin değiştirilmesi hedefteki ülkelere karşı emsal olarak kullanılacaktır. Bir işaretle sokağa dökülecek insanlara olası bir müdahale durumunda “Değişim şart, kendini biraz yenile, bak bütün dünya değişti, biraz ayak uydur dünyaya” denme imkanı doğacaktır. Hele de hedefteki Çin olunca yeni bir Tianenmen’e dünya kamuoyunun onay vermesi mümkün olmayacaktır.

Bu isyanların Çin’e verdiği bir diğer önemli mesaj ise, petrol ticareti ile ilgilidir. Petrolünü hali hazırda Ortadoğu Bölgesi’nden tedarik eden Çin’e işbirliği yapmazsa bu kaynaklardan mahrum kalacağı mesajı verilmektedir. Diğer yandan yükselen petrol fiyatları sayesinde Çin’in üretim maliyetleri yükseltilmektedir.

ABD, bu olaylarla asıl muhataplarını kendini açık etmeden yoklamaktadır. Nasıl ki Rusya ile Gürcistan üzerinden birbirlerini yokladılar 2008’de, şimdi de aynı yoklama başka bir güce karşı yapılmaktadır. Gerçi, o günlerde Kosova konusunda burnundan soluyan Rusya, Gürcistan meselesini hiç de alttan almayarak ABD’den Kosova’nın intikamını acı bir şekilde çıkarmıştır.

Çin’in Afrika Açılımı

Çin, yüzyıllardır batının sömürdüğü Afrika’ya sömürü araçlarını kullanmadan yaptığı yatırımlarla yeni bir çehre kazandırırken, Afrika’ya yüksek miktarlarda sermaye aktarmıştır. Çin, Afrika’yı kalkındırarak orayı kendisi için bir pazara dönüştürmek isterken ekonomisi için gerekli olan başta petrol olmak üzere birçok değerli madeni Afrika ülkelerinden temin etmek istiyor. Çin’in Afrika’daki hemen her ülke ile ticari anlaşması var ve bu ülkelere büyük krediler açmış durumdadır. Çin devlet başkanı ve yöneticileri defalarca Afrika seyahatleri düzenlediler. Hatta birçok ülkenin eski borçlarını sildiler, yeni krediler açtılar, hibeler verdiler.

Çin’in bölgedeki en büyük yatırımı önemli bir petrol ülkesi olma potansiyeli olan Sudan’daydı. Ne tesadüftür ki daha geçen ay Sudan’ın petrolce zengin güney bölgesi referandumla Sudan’dan koparıldı ve Birleşmiş Milletler, ABD’nin bu yeni yavrusunu tanımaya hazırlanıyor.

Görüldüğü gibi bu isyanların demokrasiyle falan pek alakası yok. İşin ilginci bu isyanlar hakkında en acımasız yayını ABD’nin Afganistan ve Irak’a getirdiği demokrasinin reklâmını yapmakla vazifeli El Cezire Televizyonu yapıyor.

Durum oldukça basittir. ABD, doğrudan karşı karşıya gelmediği Çin’e yönelik açıktan bir hamle yapmıyor. Kendi despotlarını harcayarak Çin’in bölgedeki etkinliğini kırmaya çalışıyor. Sonuç olarak diktatörlere yönelmiş nefret dünya kamu kamuoyunda bir körlüğe neden olmakta ve bu gerçeklerin anlaşılması mümkün değil olmuyor.

ABD İçin Asya’nın Kapıları

ABD’nin hedef bölgeye üç ana giriş noktası vardır.

Birincisi 1953’te girdiği 1979’da ise geri çıkarıldığı İran’dır. İran’la sürekli didişse de İran dinamiği biraz farklı. Burada ancak Azeriler mevziye sürülürse devrim başarılı olur. Her ne kadar İran arada bir yoklansa da şu an İran’ın acelesi yok gibi görünüyor. Çünkü İsrail, şu an İran’ı idare edebilir durumdadır.

İkincisi halihazırda askeri operasyonun devam ettiği Afganistan’dır. Rusya, Çin ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nün manevraları ile ABD, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan atıldı, Afganistan’da da durum pek parlak görünmüyor.

Üçüncüsü ise dolaylı bir giriş kapısıdır. Burası da şu anki isyanların emsal gösterilerek kısa vadede karıştırılabilecek olan Doğu Türkistan’dır. Her üç seçenek de Çin’in İran ve Hazar Enerji kaynakları ile direkt sağladığı bağlantıyı kesmeye imkan vermektedir. Her üç bölge de ABD’yi Çin’e kara sınırı üzerinden komşu yapıyor. Bu yolla ABD, olası bir Çin çekişmesini düşman ülke toprakları üzerinde yürütmek istiyor. Çin’in yarattığı en büyük risk, Çin ile ABD’nin denizlerde komşu olması. Bu yüzden ABD, Çin ile bir çekişmeye deniz yerine Çin’in batı sınırlarında girmeyi tercih etmektedir. Diğer yandan Doğu Türkistan meselesinin alevlenmesi Çin-Türkiye ilişkilerini gererken Türkiye-ABD ilişkilerini güçlendirecektir.

Son söz;

Zaten büyük oyun da bu bölgede sağlanacak kontrol için verilen mücadelenin adıdır. Geçmişte kara deliği Rusya temsil ediyordu şimdi ise Sarı Tehlike de denen Çin temsil ediyor.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.