Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm 2.20 – Karakulan

0 13.827

Onbaşı Üçoğul bir aydır Karakulan’ın evinde konuk bulunuyordu. Karakulan onun atlarını iyi bir değerle Çin veliahdına satıp akçasını Üçoğul’a vermişti. Artık Üçoğul’la Türkçe konuşuyordu. Önce epey güçlük çekmiş, birkaç gün sonra alışmıştı. Yalnız ara sıra bazı kelimeleri hatırlamıyor, o zaman bunların yerine Çincesini söylüyordu.

Karakulan, konuk evinin avlusundaki dövüşte Üçoğul’un kendisine yaptığı yardımı unutamıyor, bunu ödemek için elinden geleni yapıyordu. Üçoğul olmasaydı Karakulan şimdi ölmüş bulunacaktı. Karakulan, Üçoğul’u Çin veliahdinin maiyetine almak için uğraşmış, fakat red cevabı almıştı. Çin veliahdı, Üçoğul’u kendi katına kabul etmiş, yaverini kurtardığı için teşekkürle ona güzel bir kılıç, bir gümüş kakmalı kemer ve bir kese altın akça vermişti. Bu kadar ağırlamadan sonra da Üçoğul hemen çekip gitmeğe utanıyor, Karakulan ısrar ettiği için onun evindeki konukluğunu uzatıyordu. Anası Çinli olduğu için Karakulan Türk’ten çok Çinli’ye benziyordu. Fakat kılıç kullanmakta, ata binmekte, yiğitlikte Çinliye değil Türk’e yakındı. Gün geçtikçe arkadaşlıkları, yakınlıkları artıyor, Üçoğul’a Çin sarayındaki dalavereleri anlatıyordu: Çin  kağanın üç oğlu vardı. Biri veliaht Kien-çing idi ki Karakulan bunun yaveriydi. Biri en yiğitleri olan Şemin’di.  Biri de Yüen-kie idi. Üçü de birbirini çekemiyor, fakat Şemin’e karşı öteki ikisi birlikte hareket ediyorlardı. Hattâ bir defa Şemin’i ağulamışlar, fakat o kurtulmuştu.

Karakulan bunları anlattıktan sonra Üçoğul’la birlikte şehir dışında ava çıkıyor, onu sıkmamağa çalışıyordu. Yine bir gün avdan dönerken Üçoğul’a büsbütün açıldı:

– Onbaşı! Bu kışı Siganfu’da geçirmeni çok istiyorum. Çünkü Çin kağanının üç oğlu birden birbirlerine karşı gizlice hazırlanıyorlar. Yakında mutlaka aralarındaki kozu kılıçla paylaşacaklardır. Bu işte senin gibi bir yiğidin yardımından faydalanmak istiyorum. Sen aramızda olursan biz onları yeneriz.

Kendisinden yardım istedikleri için Üçoğul “Hayır kalamam” diyemiyordu. Fakat gönlü de, burada kalmağa hiç razı değildi:

– “Ötüken’de evim yurdum var. Beni beklerler” diye itiraz etmek istedi. Karakulan bunun da cevabını buldu.

– Ben Ötüken’e haber salıp senin yurduna bildiririm. Akça da gönderirim.

Bu parlak teklif karşısında Üçoğul direnemedi. Ötüken’e gidip gelmiş olduğu için orasını bilen bir Çinli, yanında iki pusatlı arkadaşı, bir kese akça, bir at yükü pirinç ve darı olduğu halde Üçoğul’un evine doğru yola çıkarken Üçoğul da Çin başkentinde bir kış geçirmek üzere Karakulan’ın evine iyice yerleşti.

Karakulan evli değildi. Fakat evinde bir çok genç kadınlar verdı. Üçoğul merak edip de bunların kim olduğunu o zamana kadar araştırmamıştı. Şimdi bazı akşamlar, Üçoğul Karakulan’la birlikte yemek yerken bu genç ve güzel Çin kızları çalgı çalıp şarkı söylüyorlar, oyun oynuyorlardı. Hattâ bu kızların giyimleri de bir tuhaftı. Kolları, göğüsleri oldukça çıplaktı. Üçoğul şimdiye kadar hiç böyle şey görmemişti. Karakulan’ın sofrasında kızıl renkli sücü bulunuyor, bunu içince Üçoğul dünyayı bir tuhaf görüyordu. Hattâ bu kansız cansız, çelimsiz Çin kızları bile hoşuna gidiyordu. Hele bu kızların bir güzel kokuları vardı ki yanına yaklaştıkça Üçoğul’un usunu başından alıyordu.

Geceler geçtikçe kızlar Üçoğul’a daha çok yaklaşıyorlar, kendi elleriyle sücü sunuyorlar yanına oturuyorlar, hattâ onu öpüyorlardı. Bir gün, yine başının dumanlı olduğu bir çağda Üçoğul da dayanamıyarak kızlardan en güzelini öptü. Sonra birdenbire aklına bir şey gelmiş gibi kaşları çatıldı. Karakulan’a sert bir sesle ve Türkçe olarak sordu:

– Karakulan! Bu kızlar kim? Bunlar evli mi?

– Hayır, niçin sordun?

– Niçin mi? bunalar evliyse Ötüken’de beni öldürürler be!

– Öldürürler mi? neden?

– Türk Türesini bilmiyor musun? Evli kadına ilişen öldürülür.

Karakulan gülümsedi:

– Ötüken’den pek küçükken çıktığım için Türk Türesini bilmiyorum. Ama bu kadınlara sen güçle bir şey yapmıyorsun ki… Onlar kendileri seni öpüyorlar.

Üçoğul acı acı gülümsedi:

– Onbaşı Karabudak’a öyle yapmışlardı. Ama yargucular dinlemediler.

Sustular… Üçoğul’un gözleri bunlandı. Belirsiz bir yere bakarak:

– “Zavallı Karabudak! Hem de bayağı kişiler gibi oka tutularak öldürüldü” dedi.

– Ya nasıl öldürülecekti?

– Bilmiyor musun? öyle ya… Elbette bilmezsin. Türk Türesince soy kişiler öldürülürken kanları toprağa akıtılmaz. Yay kirişiyle boğularak öldürülür. Karabudak’ı böyle öldürmediler. O benim kayın eçemdir. Oğlumun adı da Karabudak…

Çin kızları saz çalıp şarkı okurken Üçoğul bir tas sücü daha içip bir yemiş daha yedi:

– Karakulan! Bu kızlar nedir?

– Bunların hepsi kırnaktır. (Cariye)

Üçoğul kırnağın ne olduğunu eskiden işitmişti. Daha çok düşünmeğe lüzum görmedi. İşte Çin şehrinde, onlar gibi sücü içinde başı dönmüş, kendisinden geçmişti. Yanında kendisine kannış yapan ince yüzlü kızı tutup kendisine doğru çekti. Karakulan kahkahalarla gülüyordu. Türkçe olarak:

– “Üçoğul! Yalnız Türk kağanları bu Çin güzellerinden zevk alacak değiller ya. Biz de kendimize göre birer kağanız” dedi. Onun da kucağında bir Çin güzeli vardı.

Üçoğul’un sevgiyle kendisine doğru çektiği Çin güzeli yaman bir Çin güzeliydi. Onbaşı ertesi sabah ayılıp uyandığı zaman onu kendi odasında bulmuştu. Oraya ne zaman, nasıl geldiğini hiç hatırlamıyordu. Bu işe böylece devam ediyor ve Çin güzeli Onbaşı Üçoğul’a sahip çıkıyordu. Sanki onun karısıydı. Artık her gece onunla beraber kalıyor, ona bakıyor, bir kadının kocasına gösterdiği bütün özeni ona gösteriyordu. Üçoğul da ondan hoşlanmağa başlamıştı. Ötüken’deki karısını düşünüyordu. Karabudağ’ın bu güz elması yanaklı, ala gözlü, boylu, çevik, pars bakışlı singili yanında bu Çin güzeli pek sönük kalıyordu. Ama bunda da anlaşılmaz, çekici bir şey vardı ki Üçoğul’u büyülüyordu. Ya hele o kokusu… En güzel çiçeklerde bile olmıyan  bu kokuyu duydukça Üçoğul’un hep başı dönüyordu. Sonra onun çelimsiz, arık, güçsüz oluşu da Üçoğul’a bir tuhaf geliyordu. Ötüken’deki, o taşı sıksa suyunu çıkaracak olan kadın nerde, buradaki nazik, korkak kadın nerde idi? Fakat bütün bunlara rağmen bundan hoşlanıyor, ayrılmak istemiyordu. Karakulan’a nereden de söz vermişti? Kışı burada geçirmek için söz vermese şimdi Ötüken’de olacak; başına bu Çinli güzel belâ kesilmiyecekti.

Karakulan çok sevinçli gözküyordu: “Çin kadınları Türk kadınlarına benzemez ama bunların da kendilerine göre güzelliği vardır” diyor, sonra gülmekten katılarak : “Kişi her gün en güzel yemekleri yese bıkar, tatsız yemeklere can atar” diye sözünü bitiriyordu.

Karakulan hiç de kötü kişi değildi ama ahlâkı değişmişti. Ötüken yasasını hiç bilmiyordu. Bu Çin’de de başka türlü yapmak galiba kabil değildi.

Bazan Üçoğul’a Çin veliahdinin sarayında kalacağını söyliyerek eve gelmiyor, o zaman Üçoğul evin sahibi oluyordu. Çinli uşakların başı kendisine büyük saygı göstererek yine çalgı düzenini hazırlıyor, aşçıya güzel yemekler yaptırıyor, onun gününü gün ediyordu.  Üçoğul’un sevgilisi artık onu öteki kızlardan kıskanmağa başlamıştı. Üçoğul onlardan birine gülümsiyerek baksa ağlıyordu. Onbaşı kendi kendine “Bu yere batası Çin benim de ahlâkımı bozdu” diye söyleniyor, bir iki ay sonra Ötüken’e gidince bunlardan kurtulacağını düşünerek kendisini avutuyordu.

***

Kış geçip bahar gelmişti. Üçoğul nerdeyse Ötüken’e dönecekti. Bir gün Karakulan kendisine yaklaştı:

– Üçoğul! Çin kağanı üç oğlu arasındaki çekememezliğe bir son vermek üzere üçünü de yarın için saraya çağırdı. Yarın sarayda kan gövdeyi götürecek. Belki de veliaht Çin tahtına geçecek. Bu dövüşte bize yardım edeceksin, değil mi?” diye sordu.

Üçoğul zaten bu dövüşe karışmak için burada bekliyordu. “Elbet” diye cevap verdi. Karakulan sevincinden onun boynuna sarıldı. Yapılacak işleri anlattı. O gece saz faslını yapmadan erken yattılar.

Ertesi günü her şey hazırdı. Karakulan, Üçoğul’a bir yayla sadak vermiş, Üçoğul’u aralarına karıştırmıştı. Üç yüz savaşçı veliahtle birlikte sarayın avlusuna gelip durmuşlar, sonra veliaht yanına yaverini alarak içeri girmişti.

Üçoğul bekliyordu. Yaya dövüşmek pek tatlı olmıyacaktı ama hiç yoktan yine iyi idi.

Çin kağanının öteki oğulları da saraya kendi çerileriyle gelmişlerdi. Neredeyse burada kavga şenliği başlıyacaktı.

Onbaşı Üçoğul birdenbire Karakulan’ın koşarak geldiğini gördü. Yaver, yaklaşınca Türkçe olarak : “Üçoğul ardımdan gel” diye haykırdı. Ok gibi fırlıyan Üçoğul ona yetişirken, Karakulan, koşu arasında durumu anlattı:

– Şemin tetik davrandı. Veliahdi de, Yüen-kie’yi de uzaktan okla öldürdü.

Üçoğul, yaveri omuzundan tutarak durdurdu:

– Nereye gidiyorsun? Öyleyse vuruşalım.

– Veliaht öldükten sonra vuruşmak para etmez. Bizim çeriler artık vuruşmaz.

– Biz ikimiz gidip vuramaz mıyız? Veliahdin öcünü alamaz mıyız?

Karakulan, Üçoğul’un kolundan çekerek yeniden koşmağa başladı:

– Sarayda binlerce çeri var. İkimiz ne yapabiliriz?

Karakulan’ın yanında koşmakta olan Üçoğul sordu:

– Şimdi nereye gidiyoruz?

– Canımızı kurtarmağa…

– Avluda bıraktığımız çeriler nolacak?

– Onlara bir şey olmaz. Onlar hemen Şemin’in çerileri olup ardımıza düşecekler.

Üçoğul sert bir küfür savurarak koşmakta devam etti. Yaverin evine gidiyorlardı. Sarayda olup bitenden kimsenin haberi olmadığı için herkes yavere saygı ile yol açıyordu.

Nihayet Karakulan’ın evine vardılar. Uşaklara buyruk vererek Üçoğul’la Karakulan’ın binek atları, iki de yedek at hazırlandı. Büyük bir çabuklukla pusat ve azıklarını aldılar. Karakulan birkaç kese altını da yanına almayı unutmadı. Şaşkınlıkla kendisine bakan baş uşağa birkaç güne kadar geleceklerini, kendisi gelinceye kadar evi bildiği gibi çevirmesini söyliyerek atına atladı. Üçoğul da öyle yaptı. Şehrin sokaklarından dört nala geçerek kapısına geldiler. Veliahdin yaveri burada tanındığı için bir şey sorulmadı. Kapıdan çıktılar. Kurtulmuşlardı.

O zaman Üçoğul’un aklına yaverin evinde bıraktığı Çinli sevgilisi geldi. Karakulan’a onların ne olacağını sordu. Beriki büyük bir kayıtsızlıkla:

– Evimi zaptedecekler. İçindekiler ya Şemin’in sarayına, yahut onun yaverinin evine gidecek…

Üçoğul az kalsın ağlıyacaktı:

– O kız beni seviyordu. Onu ne diye birlikte almadık?

Karabudak güldü:

– Siganfu kızını Ötüken kızı mı sandın? O seni unuttu bile. Belki şimdi yeni sevgilisiyle baş başadır.

Üçoğul bir küfür daha savurarak atını mahmuzladı. Sonra birdenbire aklına bir şey gelmiş gibi sordu:

– Sen nereye gidiyorsun?

– Ötüken’e… Anayurduma… toprak ana vefasız oğullarını da bağrına basmaktan çekinmez…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.